• Cumartesi Yazıları
  • Düşler ve Erdemler

    Kılavuzu Don Quijote olanın burnu Cyrano gibi olur.

    Google
     
    Web Düşler ve Erdemler'de
    <$BloCuma, Kasım 04, 2005

    <$Blo

















    2 Film Birden kuşağımızda bugün, yönetmen Frank Capra'dan iki film var. İlk filmimiz 1938 yılından
    Mr.Smith Goes To Washington. Bay Smith Washington'a Gidiyor. Başrollerde bir unutulmaz aktör James Stewart, Jean Arthur var. Politika ve iş dünyasının acımasız kurallarına ve kokuşmuş, göstermelik demokrasi çarklarının arasına çomak sokan köylü, asf ve temiz bir delikanlı, bir izci liderinin inanılmaz öyküsü... Filmde de bir kaç kez referans olarak verildiği gibi sadece gölgeleri büyük olan yeldeğirmenleriyle savaşmak zorunda kalan tipik bir Don Quijote öyküsü. Kayıp Dava'sının peşinde yılmadan savaşan bu delikanlı büyük şehir insanına ve günümüz politika dünyasına unutulmaz bir ders veriyor. Film, bütün büyük klasikler gibi zamansız. Bin yıl önce de bin yıl sonra da "güncel" olmaya devam edecek bir başyapıt. Hayatı boyunca uzun ve karanlık bir tünelde yaşayan insanlar için "uyandırıcı" bir film.

    Bay Smith'in tek amacı Willet Nehri kıyısına, gençler ve çocuklar için, ülke ideallerinin öğretileceği bir kamp alanı yapılmasını sağlamak. Ama bilmediği bir şey var: Bir takım karanlık emelleri olan çok güçlü insanların, aynı nehre bir baraj kurarak çevredeki değeri artan arazileri yüksek fiyatlarla satmak gibi amaçları olduğu... Savaşılmaya layık tek davalar kayıp davalardır. Büyük Buhran sonrası Amerikan iyimserliğini temsil eden anlatımıyla, Türkiye'de türkçe altyazılı DVD'si çıkan bu film izlenmeli ve arşivlenmeli, saklanmalı.

    It's A Wondeful Life, Şahane Hayat ise 1946 yılından bir film. Başrolde erkek oyuncu olarak yine James Stewart'ı görüyoruz. Ancak bu kez kadın oyuncu Donna Reed. Görevli bir memurun hatası üzerine zamanından önce public domain, yani "halkın malı" olan bu film; telif hakkı ödemeden isteyen her TV kanalının yayınlayabileceği yasal statüye gelince hatırlandı ve bütün dünyada en çok sevilen ve izlenen filmlerden biri haline geldi. Film,
    1908 doğumlu George Bailey adındaki bir kişinin yaşamöyküsü. Frank Capra bu filmde de inanılmaz bir iyimserlikle, unutulmaz ve zamansız bir klasiğe imzasını atıyor.

    "Her birimiz, hiç değilse hayatlarımızın bir bölümünde, yaşamaktansa ölmeyi istediğimiz dönemler geçirmişizdir", diyor filmin yazar ve yönetmeni Frank Capra. Ve böylesi anlarda "eğer hiç doğmamış olsaydık dünya nasıl olurdu" sorusunu kendimize yöneltmemizi istiyor. Bu film için ister fantastik, ister masalsı deyin, izledikten sonra arkanıza yaslanıp düşüneceğinizi belki de kendi hayatınızı gözden geçirip bir kaç damla gözyaşı dökeceğinizi tahmin edebilir, öngörebiliriz. Çocukluğundan beri, bir gezgin, bir maceracı olmak isteyen, bütün dünyayı gezmek isteğiyle yanıp tutuşan bir insan, nasıl olur da bütün hayatı boyunca bir küçük kasabaya tıkılır kalır? Cevap, insan olmanın en yüce en kutsal gerekliliklerinden birinde yatıyor. George Bailey, her zaman "bir başkası için yaşamak" diyor... Ne kadar da ihtiyacımız olan bir kavram, hem de kendimizi tatmin etmediğimiz, kendimiz için yaşamadığımız, bir saniye için bile mutsuz olabildiğimiz, bugün...
    Günlük hayatın karmaşasından uzaklaşmak için, aslında yüzyüze olduğumuz en temel gerçekler üzerinde düşünmek ve duygularımızı çalıştırmak için, böylesi filmler hep yapılmalı diyoruz... Arşivlenmesi gereken bu özel film de ülkemizde DVD olarak yayınlandı.

    Zuzu'nun yapraklarını unutmadık, Frank Capra! Şapka çıkartıyoruz! Ülkemiz sinemacılarının Capra'nın bakış açısından öğreneceği çok şey var.

    <$Blo4ents:

    <$BloBlogger Handan...

    <$BloGeçenlerde Mr.Smith Goes To Washington'u kiralayıp seyrettim yeniden. Yine aynı tadı aldım.

    Noel deyince de It's A Wondeful Life gelir hep aklıma. İçimi sıcacık yapar.

    Dediğin gibi film arşivinde olması gereken filmler ikisi de.

    <$Blo4/11/05 23:09 <$Blo 
    <$BloBlogger ece...

    <$BloSiz altında belli mesajlar yatan filmleri çok seviyorsunuz anladığım kadarıyla...

    İki film de çok güzel gerçekten..

    "Eğer hiç doğmamış olsaydık dünya nasıl olurdu"

    Bu soruya da henüz cevabım yok...

    <$Blo5/11/05 12:48 <$Blo 
    <$BloBlogger Don Quijote...

    <$BloHer zaman değil Ece. Ben genellikle filmleri sevdiğim filmler ve iyi filmler olarak ikiye ayırıyorum. Sevdiğim filmler; çoğu kişisel anlamda bana bir şeyler katan, ya da kendimden bir şeyler bulduğum ya da ideallerime güç veren filmler oluyor. Her zaman mantıksal sebeplerle seviyor değilim bazen sadece seviyorum, işte o kadar! :) Mesela, Kirli Çürük ve Adi (Dirty, Rotten and Scoundrels) iyi bir film olmakla birlikte bir klasik değildir. İyi filmler sıralaması yapsam dereceye giremez, ama çok severim. Sebebi Michael Caine'in müthiş oyunculuğu ve filmin biraz zevzek biraz da naif atmosferi. İyi filmler ise benim sinema ve sanat anlayışım doğrultusunda eserler oluyor genellikle. Fırsat olursa Düşler ve Erdemler'de her iki türden filmlere de değinmeyi umuyorum.

    <$Blo5/11/05 13:02 <$Blo 
    <$BloBlogger Yureklius...

    <$BloŞahane Hayat'ta şöyle bir diyalog vardı:

    George Bailey:
    - Sence dünyadaki en güzel üç ses nedir ?
    Amcası:
    - "Kahvaltı hazır", "öğle yemeği hazır", "akşam yemeği hazır" !
    George Bailey:
    - Hayır. Tren düdüğü, gemi sireni ve uçak sesi.

    <$Blo9/11/05 16:28 <$Blo 

    <$BloYorum Gönder