• Cumartesi Yazıları
  • Düşler ve Erdemler

    Kılavuzu Don Quijote olanın burnu Cyrano gibi olur.

    Google
     
    Web Düşler ve Erdemler'de
    <$BloPazar, Haziran 18, 2006

    <$Blo

    Bu yazıyı yazdığım saatlerde bir buçuk milyon küsur genç vatandaşımız ÖSS sınavında ter döküyor. Bu sınavın geleceklerini belirleyecek en önemli aşama olacağını düşündükleri için sıkıntı had safhada. Daha sınava bile girmeden bir intihar olayını yaşadık. İki gün önce bir haber bülteninde muhabir, bir özel dershanedeki öğrencilerin psikolojisini "baskı", "kaygı" ve "stres" olarak özetleyen bir haber yapıyordu. Öğrencilere moral aşılamanın gerektiği bu zamanda bu tarz haberlerin ne gibi faydası olur bilemiyorum. Bir de ÖSYM Başkanı'nın "Bu sene sorular zor olacak" açıklaması var ki işin tam tuzu biberi. Diğer taraftan, üniversite mezunu olmadan da yapılabilecek bir çok iş gençleri bekliyor. SSK, e-devlet kapsamında ihtiyacı olan bilgi işlem uzmanı kadrosunu dolduramıyor. 51 kişilik boş kadro için sadece 9 kişi yeterli görülüyor. Kayseri'deki ve Anadolu'nun başka yerlerindeki sanayiciler nitelikli işgücü ihtiyaçlarını bas bas bağırıyorlar. Çarpıklıklar yazmakla bitmez. Neyse, biz kendi işimize bakalım ve yıllar öncesinden bir sınav macerasını hikaye edelim:

    Üniversite giriş sınavlarının iki aşamalı olduğu dönemdi. ÖSS denilen ilk sınav Mart ayında olurken, ÖYS ise okullar kapandıktan sonra Haziran sonu - Temmuz başı gibi yapılıyordu. Okulumuz Anadolu yakasında olduğu için, arkadaşım -Ahmet diyelim- Avrupa yakasında ikamet ettiği halde sınav yerini Anadolu'da seçmişti ve sınavdan bir hafta öncesini konsantrasyon, beraber çalışma, vs. gibi sebeplerle bizimle geçiriyordu.


    Tabii bir müddet sonra çalışmayı bıraktık. Bir gün öncesinde muhterem Don Quijote ve birkaç arkadaşla buluşup frizbi maçı yaptığımızı hatırlıyorum. Hatta Roberto Baggio'nunkine benzer bir pasımdan sonra Don Quijote'nin kaydettiği golü unutamam. (O zaman da dünya kupası mevsimiydi, Baggio da meşhur oyunculardan biriydi.) Neyse o gün, yani cumartesi, Ahmet herhalde son bir moral depolaması için kendi evine gitmek istedi. Çıkarken, belki yolda düşürürüm falan diyerek banka dekontlarını yanında taşımak istemedi ve bana verdi. Nasıl olsa akşam gelecekti. (Bu banka dekontu işin olmazsa olmazlarından. Sınav katılım ücretini yatırdığınızı gösteren bu belgeyi sınav giriş belgesi ve nüfus hüviyet cüzdanı gibi ibraz etmeniz gerekiyor. Yoksa sınava giremiyorsunuz.) Ben de Ahmet'ten belgeyi teslim aldım. Hesapta bende daha güvenli duracak.

    Öyle olmadı tabii. Ahmet akşam üzeri geldi ama hatırladığım kadarıyla belgeyi sormadı. Sabah sınavdan bir kaç saat önce uyandık. Hazırlıklarımızı yapıyoruz. Kalemlerimizi açıyoruz, silgilerimizi kontrol ediyoruz. Herşey yolunda görünüyor. Sıra malum banka dekontuna geldiğinde ise durum değişiyor. Çünkü dekont ortada yok ! Ahmet bir gün önce dekontu bana vermişti ama ben onu nereye koyduğumu hatırlayamıyorum !

    Olabilecek her yere baktım ama bulamadım. Karıştırmadığım yer kalmadı. Kitaplıktaki bütün kitapları belki arasına koymuşumdur diye tek tek taradım. Ama sonuç olumsuz. Ahmet bir sene boyunca hazırlanmış ama küçük bir belge yüzünden sınava giremeyebilir ve bir senesi yanabilir ! Ve buna sebep olan benim ! İşin kötüsü sınava ben de giriyorum. Kendi derdimin yanında bir de Ahmet'in yükünü taşımak durumundayım.


    Aramalarımız, taramalarımız sonuç vermeyince ve sınav saati de yaklaşınca ben artık evden ayrıldım. Yapacak bir şey kalmamıştı. Ahmet'in yanında kendimin de bir senesini yakmak söz konusuydu. O da zaten neredeyse gerçekleşecekti. Nüfus cüzdanımı o şaşkınlıkla okulun lavabosunda düşürmüşüm. Sınavdan beş-on dakika önce birisi sınıfın kapısından adımı anons ediyor. Ben de ne oluyor diye bakıyorum. Meğer benim kimliği bulmuş, sahibini arıyormuş. O kafa haliyle sınava girdim. Elimden ne geliyorsa yapmaya çalıştım.

    Sınav bitti eve döndüm. Bir taraftan kendi derdimdeyim, bir taraftan Ahmet'in durumunu merak ediyorum. Ahmet'ten öğleden sonra haber geldi. Sınava girmiş. Nasıl başardığını sordum tabii heyecanla. Anlattı. Banka dekontu kayıp olduğu için tek çare yeni bir dekont temin etmekte. Yani bankaya gidip sınav ücretini ödemekte. Bankalar da pazar günü kapalı. Eve haber vermiş. Tanıdıklarının birinin aklına havaalanındaki bankaların açık olabileceği gelmiş. Gitmiş Yeşilköy'e ücreti yatırmış. Dekontu faksla Ahmet'e yollamış. Ahmet biraz geç de olsa bu faksı göstererek sınava girmeyi başarmış. Belgenin aslını da sınav sonuna doğru yetiştirebilmişler.

    Hikayenin sonu. Ya da bazı filmlerin sonunda gördüğümüz "şimdi neredeler, ne yapıyorlar" kısmı:

    Ahmet. Sınava geç girmesine ve yaşadığı onca heyecana rağmen ilk tercihlerinden birini kazandı. Ankara'daki okulunu da bitirdi. Şimdi yurt dışında mesleğini icra ediyor.

    Banka Dekontu. Bir kaç hafta sonra, yatağın altına attığım bir gömleğin ön cebinden çıktı. Cumartesi günü Ahmet'i uğurlarken giydiğim gömleği, cebindeki dekontla beraber üzerimden çıkarttığım için, dekontu nereye kaldırdığımı hatırlayamamamın sebebi de anlaşılmış oldu. Yaşadığım heyecanlı sınav gününün hatırası olarak belgenin bir parçasını kendime sakladım. Diğer parçayı da -yine hatıra olsun diye !- Ahmet'e postaladım.

    Ben de ... buradayım işte.


    <$BloPerşembe, Haziran 08, 2006

    <$Blo

    Sweet child in time
    You'll see the line
    The line that's drawn between the good and the bad
    See the blind man
    Shooting at the world
    Bullets flying taking toll
    If you've been bad, Lord I bet you have
    And you've been hit by flying lead
    You'd better close your eyes and bow your head
    And wait for the ricochet

    Child in time - Deep Purple (1970 - In Rock)
    Fotoğraf: AFP Photo/ Ahmad AL-Rubaye
    Çocuk: Mohammed Naeem, Irak. Annesini bombardımanda kaybetmiş ve yaralı.