• Cumartesi Yazıları
  • Düşler ve Erdemler

    Kılavuzu Don Quijote olanın burnu Cyrano gibi olur.

    Google
     
    Web Düşler ve Erdemler'de
    <$BloPazar, Haziran 03, 2007

    <$Blo

    Sinemacı olmaya kafayı koymuş gençler, iletişim fakültelerinin ilgili bölümünde okuyan öğrenciler, özellikle bu bölümlere yeni girenler. Herkes kendisini belli bir ölçüde sinemacı görür, "ben bu işlerden anlarım" demeyecek insan da az bulunur, işte bu aşamadan bir ileri adım atıp bir film de ben yapayım diye aklından geçirenler. Bu yazı sizin için.

    Düşüneceğiniz ilk konu bu ödüllerden birini kazandığınızda o konuma uygun olup olmadığınızı düşünmektir. Şöyle düşünün: Saygın bir festivalde en iyi film ya da en iyi yönetmen ödülünü almışsınız, sahnede çok ünlü bir sanatçıdan ödülünüzü alıyorsunuz, o kadar ışık, o kadar kamera, ve milyonlarca bakış altında iken "cool" ve kendinize baştan beri biçtiğiniz rolü oynayabilecek kadar kendinize güveniyor musunuz? Örneğin sahneye koyu güneş gözlükleriyle çıkıp, abuk sabuk konuşup, "dahi sinemacı" imajınızı pekiştirebilecek kadar "oyuncu"
    olabilecek misiniz? Evde divxlerini hayranlıkla izlediğiniz Jack Nicholson size Oscar heykelciğini, ya da
    Daniel Auteuil size Altın Palmiye'yi uzatıyor. Bu adamlara kırk yıllık arkadaşınız gibi "elit" şakalar yapıp, sonra da ağzınızdan çıkacak kelimelere pür dikkat bakan
    kalabalıklara hitap edebilecek misiniz? Hem de dünyada hiç bir şeyi -aldığınız ödülü bile- önemsemeyecek kadar "aşmış" bir sanatçı gibi, eliniz cepte yapacağınız teşekkür konuşmasını kekelemeden tamamlamayı başarabilecek misiniz? Cevabınız evet ise yazının geri kalanını da okumaya devam edin, değilse kendinize başka bir meslek bulun ya da en büyük hayaliniz "beyaz gelincik" ya da benzeri tv dizilerinde yönetmen olmak olsun ve bu tür festivalleri de aşağılamanın, bu sisteme topyekün karşı olduğunuzun filan, argümanlarını toparlamaya başlayın.

    Türkiye'de düzenlenen festivallerden başlayalım. İstanbul Film Festivali'nde, Antalya Altın Portakal'da ya da Adana Altın Koza'da ödül almak istiyor, ileride hedeflediğiniz gerçek kırmızı halı deneyimlerinden önce bizimkilerde pişmek istiyorsanız yapacağınız tek şey jüriye odaklanmak olmalıdır. Filminizin kalitesi en önemli şey değildir. Önemli olan tek şey Jüridir. Jüride kimler olduğunu herkesten önce öğrenmeli ona göre harekete geçmelisiniz. Eğer politik olarak sizi farklı köşede bellemiş jüri üyeleri çoğunluktaysa zaten bu seneki ödülleri aklınızdan bile geçirmemelisiniz. Jüride önceden tanışık olduğunuz, "Ya, Ahmet abi, bizim filmi göreceksin di mi?" tarzında konuşabileceğiniz birisi yoksa, festivalle ilişkilendirilebilecek üst düzey bürokratlara aynı lafa söyletebilecek kadar ülkemizdeki bürokratik denklemleri çözmüş bir sanatçı olmanız gerekmektedir. Bakanlar, belediye başkanları ve "baba" sponsorlardan "kanka"larınız olsa iyi olur. Bazen şansınız da yaver gidebilir, ama işi şansa bırakmamanızı tavsiye ederiz: Örneğin yukarıdaki gereklilikleri yerine getirmiş, iki farklı ve güçlü aday arasında kararsız kalan jüri, ne şiş yansın ne kebap hesabı sizin filminizi ödüllendirebilir. Filminizin, ülkemizin o anki olağanüstü durumuna uygun, ve mesajının bir "uyarı" niteliğinde olması size bir avantaj sağlayacaktır. Jürinin politik tercihleri yelpazenin solundaysa filminiz iki önemli mesajdan en az birini barındırıyor olması işinize yarar:

    1- Çağdaş toplumlarda insanın yalnızlığı (örneğin hiç dostu olmayan yaşlı bir travesti)
    2- Yerleşik ahlak yargılarının iki yüzlülüğü (örneğin tecavüzcü bir imam)

    bu iki mesaj, çoğunluğu Sıraselviler'de yaşayan jüri üyeleri için ülkemizin en önemli gerçek ve sorunlarını ifade etmektedir. Filminizin özetini hazırlarken aynen bu kelimeleri kullanın ve ilaveten de ana karakterinizin, yaşadığı ortamı çok "yabanıl" bulduğunu belirtmeyi unutmayın. Eğer jüri yelpazenin sağ tarafında ise işiniz biraz daha kolay, filminizde şanlı Osmanlı Tarihi'nden bir bölümü anlatmanız yeterli olacaktır.

    Bütün bu şartları yerine getirdikten sonra yerli festivallerde ödül almamanız düşünülemez. Bu aşamada yapacağınız şey yerli kırmızı halılarda ve ödül törenlerinde nasıl davranacağınızı öğrenmenizdir. Unutmayın ki sizin için bu festivaller Oscar ve Altın Palmiye'lerin provası niteliğindedir. Öncelikle, Altın Palmiye, Oscar ve Altın Ayı ödülleri ile ilgili bulabildiğiniz kadar ödül töreni kaseti izlemelisiniz. Oralarda dolaşan büyük sinemacıların nasıl davrandıklarına dikkat edip kendinize bir örnek-model seçmenizde fayda vardır. Kendinize özgü bir davranış şeklini bu şekilde geliştirebilirsiniz. Yapacağınız bir şey daha kaldı, o da kendi görüntülerinizi bol bol kasete almaktır. Gerek TV'lerde çıkan görüntülerinize gerekse evde kendi çektiğiniz prova görüntülerinize bakarak eksiklerinizi tamamlamalısınız.

    Uluslararası festivallerde ise durum biraz daha farklıdır. Öncelikle Türkiye'den bir sinemacı olarak bu festivallere başvuruyorsanız yapacağınız film ile, festivali düzenleyen batılı ülkelerin birinden bir sinemacı olarak başvuruyorsanız yapacağınız film, birbirinden çok farklı olacaktır. Öncelikle doğma büyüme amerikalı olmadığınızı varsayarsak, değişmez bir gereklilik karşınıza çıkar: Politik içeriği olan bir film yapmak zorundasınız. Filminizin politik bir duruşu olmak
    zorundadır. Bu durumda öncelikle dünyanın politik gündemini çok iyi takip ediyor olmanız şarttır. En basit formül şudur: Filminizde kendi coğrafyanıza yüzde yüz karşı olmanız gerekmektedir ancak batı paradigmasını da düzeyli bir şekilde eleştiriyor olmanız kaçınılmazdır. Batılı jürilerin pek çoğunun genel batılı yönetimlere muhalif olduğunu mutlaka hesaba katmalısınız. Ancak burada gözden kaçırmamanız gereken jüri üyelerini çok üzmemektir. Yani batı paradigmasını bütün bütün eleştiremezsiniz. Bir örnek verelim. Alın elinize kamerayı ülkenizdeki "kadın" sorununu filme almak için çıkın yola. (bu konu her zaman prim yapar, unutmayın). Ana karakteriniz olan kadının çevresi, kan emici ortadoğulu bağnazlarla sarılmış olsun. Bu kadın, mesela ingiliz bir gazeteciye aşık olsun. (Eğer yerli festivallerde ödül almak, o an sizin için daha önemliyse bu gazeteciyi Yunanlı yapmanız gerekir unutmayın) Kadın aşkı ve gelenekleri arasında ezilsin. Mesela başörtüsü konusu
    bütün dünyada popüler bir konu. Siz de başörtüsüne karşı tavrınızı mutlaka ortaya koymalısınız ama ingiliz gazeteciyi de gelenekleri anlamada yetersiz ya da hoyrat göstermelisiniz. Bu dozajda bir politik film sizi ülkenizde hem muhalif ve saygın bir aydın yapar hem de şansınız da yaver giderse batılı ülkelerde "doğu'dan yükselen bir ışık" filan olarak adlandırılırsınız. Daha garantili bir formül daha vardır ancak bu formülün yan etkileri de vardır. Ülkenizden, akrabalarınızdan, memleketinizden filan uzun süreler uzak kalmayı göze almalısınız. O an ülkenizle ilgili uluslararası camiada konuşulan en popüler konulardan birini seçip, ülkeniz ve yaşadığınız toplumla ilgili en vahşi tezden bile daha vahşi, kendi ülkeniz ve toplumunuz karşıtı bir tezi dile getirmelisiniz. Örneğin Ermeni soykırımı böyle bir konudur. Ya da kürt sorunu.

    Kandahar buna güzel bir örnektir. Afganistan doğumlu, Kanada'da yaşayan bir kadın, Afganistan'daki kız kardeşinden intihar mektubu alır ve Afganistan'a giderek kardeşini bulmaya çalışır. Bu fikrin sağlayabileceği imkanları görebiliyor musunuz? Tamamen batılı kafaya ve görünüme sahip bir kadın(!), kız kardeşini(!) intihara sürükleyen olayların müsebbibi kan emici barbarların arasında bir batılı için kabus sayılabilecek şeyler yaşar. Filmin konusu bu. Ama az önce de belirttiğimiz gibi dozajı yerinde bir batı eleştirisi de şart. O yüzden bu filmde batının yanlış politikaları yüzünden göçe sürüklenmiş binlerce afganlının sorunlarına da değinerek batıyı da eleştirmeniz gerekmektedir. Kandahar refugee sorununa da değinen Taliban karşıtı bir film olarak her türlü festivalden ödülü, övgüyü hakeden bir bir film olarak çıkacak ve sahibine de kırmızı halılar üzerinde şan şöhret sağlayacaktır. Kandahar her açıdan zekice bir filmdir. Filmde karşıt olunan kan emici barbar kitlenin sinemayla da pek ilgisi olmadığı için kendisi kan emicilikten ve barbarlıktan uzak bir yaşam sürebilecektir. Görüldüğü gibi Kandahar, konuyla ilgili tam bir "case study"dir.

    Ödüle odaklı filminiz bütün bu tüyolara rağmen ödül alamaz ve size kırmızı halı üzerinde mesut bir hayat getirmezse vaz geçmeyin. Karadeniz'de köylüleri "belgesel çekiyorum" diye kandırıp "zavallı Pontus - barbar türkler" mesajınızı çekeceğiniz yeni sinema filminize
    koyabilirsiniz. Ödül alamasanız da saygın festivallerden davetler alacak ve dünyayı gezebileceğiniz bir yaşamı kendinize kurmuş olacaksınız. Son olarak dünya festivalleri için de yukarıdaki iki mesaj iyi prim yapar unutmayın. Hatırlayalım:

    1- Çağdaş toplumlarda insanın yalnızlığı
    2- Yerleşik ahlak yargılarının iki yüzlülüğü (özellikle bu)

    En Son Not: İnanın vallahi korkuyorum bu yazıdan ilham alıp "A-ha! İyi fikir!" diyerek birileri kolları sıvayacak diye! O yüzden belirteyim: Sinema yapmak için... aslında başkalarına bir şeyler anlatabilmek için, önce kendiniz bir "insan" olmalısınız. Anlatacak size ait bir şeyler
    olmalı. Bir şeyler anlatan birilerinin bulunduğu o "seçkin" kervana girmek için yola çıkarsanız, en fazla o, birilerinden "bir tanesi" olursunuz. Eğer ki anlatacak özgün bir şeyleriniz varsa sanal başarılara zaten ihtiyacınız yoktur.

    Etiketler: , ,

    <$Blo5ents:

    <$BloBlogger Yureklius...

    <$BloKekilli ablamız, Duvara Karşı'dan sonra kendisine hep "muhafazakar baskı altında kalan kadın" rolleri teklif edildiğini söylemişti, bir aralar.

    <$Blo4/6/07 14:29 <$Blo 
    <$BloBlogger Unknown...

    <$Bloah son zamanlarda okuduğum en keyifli yazılardan biriydi, bayıldım.

    insanlar nasıl da tekdüzeleştiriliyor, bir sinemacı imajı olsun, bir ressam imajı olsun, bir yazar imajı olsun hepsi kalıplaşmış. güzel olan bu kalıplaşmış imajları taklit edenler özenti halleri ile kendilerini hemen eleveriyorlar.

    mesela filmlerine diyebileceğim bir şey yok ama bu fatih akın'ın o özenti hallerini gördükçe beni nasıl gülme tutuyor anlatamam.

    bence gerçek sanatçı derdini anlatamayan adamdır. bu yüzden sanat icra eder zaten; derdini farklı bir şekilde, belki de anlatabileceği tek şekilde anlatmaya çalışır. her kim ki derdini eksiksiz mükkemmel bir şekilde anlatıyorsa bence o fena yalancıdır. çünkü sanatını icra etmesine gerek yoktur.

    <$Blo5/6/07 11:24 <$Blo 
    <$BloBlogger Yureklius...

    <$BloÜstad ! Sinemada Zaman'ın ikinci bölümünü umuyorduk, Sinemada Ödül'ü bulduk. Hangi acil hissiyat sizi bu konuyu öne almaya sevketti acep ?

    <$Blo5/6/07 14:02 <$Blo 
    <$BloBlogger Don Quijote...

    <$BloPazar günü kahvaltımı yaparken NTV'de cannes festivali ödül töreninden görüntüler vardı, izledim. Kırmızı halı psikolojisi diye bir şey olduğunu farkettim. Ödül, medya ilgisi, kameralar, flaşlar, bayan arkadaşların kostümleri. Nurgül, Cannes'ı fethetti türünden laflar. Adını hatırlayamadığım bir yönetmenin ödül alırkenki garip tavırları. Aslında kameraların önünü hedefleyip mecburen kamera arkasına geçen arkadaşlar, yani. "Sinema'da Zaman"a devam ederiz. Kanımca önemli bir mevzu!

    <$Blo6/6/07 14:55 <$Blo 
    <$BloBlogger Don Quijote...

    <$BloCem, iyi yorumların için sağolasın. alelade.org'u sürekli takip ediyorum, iyi gidiyor.

    <$Blo6/6/07 14:57 <$Blo 

    <$BloYorum Gönder