• Cumartesi Yazıları
  • Düşler ve Erdemler

    Kılavuzu Don Quijote olanın burnu Cyrano gibi olur.

    Google
     
    Web Düşler ve Erdemler'de
    <$BloCumartesi, Haziran 18, 2005

    <$Blo

    Yazının ilk bölümü
    burada

    Gen Çevreye Karşı
    Ruhsal hastalıklar tartışmasında kolayca düşülen yapay nitelikli diğer bir ikilik, çevrenin mi yoksa genlerin mi neden olduğudur. Aslında bu, diğerleriyle bağlantılı bir ikiliktir.
    Genlerin neden olduğu bir durumsa fizikseldir, biyolojiktir yani “gerçek” bir hastalıktır; daha az yaftalanır çünkü insanın elinde değildir.


    Çevresel nitelikli ise, zihinseldir, ruhsaldır; daha az gerçektir, kolayca eleştirilir hatta ahlaki bir zayıflıkla bile ilişkilendirilebilir; üstesinden gelinememesi beceri eksikliğidir.
    Ruhsal hastalıkların da içinde olduğu çoğu hastalık, genetik ve çevresel etmenlerin bir arada etkileşmesi sonucu ortaya çıkmaktadır.

    Şizofreni ve otizm gibi hastalıklar kısmen genlere, ancak aynı zamanda genetik olmayan etkenlere bağlı olarak oluşan hastalıklardır. Duygudurum ve anksiyete bozuklukları gibi diğer hastalıklarda ise, stres ve yaşam olayları önemli role sahip olduğundan, çevresel etmenler açısından bir denge hali söz konusudur.

    Genler “çevre”nin etkisi altındadır ve çevre etkisiyle davranışları değişebilmektedir. Genetik kod, çoğu insanın sandığı üzere tek başına belirleyiciliği olan bir diktatör olmayıp genin taşıdığı bilgiler durağan ve değişmezlik özelliği taşıyan bilgiler değildir. Üstelik kendi “çevresinden” gelen uyarılara ya da “genetik olmayan” yaşantılara tepki verirler.

    Beyin
    Zihnin dinamik orkestrası

    Bizi insanoğlu diye tanımlayan şeyin esası beyindir. Yapısını, nasıl çalıştığını anlamak aslında kendimizi anlamaktır. Her birimizin, sadece bize ait olmak üzere, bize bağışlanmış ve özellikli becerilere sahip bir beynimiz var; öğrenme ve üretme yoluyla zenginleştirebileceğimiz gibi, sağlıksız yaşam alışkanlıkları ve entellektüel olmayan eylemlilikle boşa da harcayabiliriz.

    Beyin: Temel Bilgiler
    İnsan beyni bir mühendislik şaheseridir. Yaşadığımız sürece omuzlarımızın üzerinde taşıdığımız, az yer kaplayan, özlü, güçlü ve sürekli değişebilen, güncelleyebilen, milyarlarca bilgiyi aynı anda işleyebilme becerisine sahip yaşayan bir “bilgisayar”dır.

    İnsan beyni üç tip dokudan oluşmuştur: Gri cevher, beyaz cevher ve beyin-omurilik sıvısı (BOS).

    1) Gri cevhere bu adın verilme nedeni, sinir hücreleri gövdelerinin yoğun ve sıkışmış bir biçimde bir arada bulunmasından dolayı rengin koyuluğudur.

    Sinir hücresinin gövdesi, beynimizdeki temel “emir işlevleri”nden sorumludur. Bu hücrelerden beynimizde yaklaşık 10¹¹ tane bulunmaktadır. Sinir hücresi gövdesi ufak, çok dallı uzantılarla (‘dendrit’ ya da ağaç dalları denir) kuşatılmış olup, bir yandan kısa mesafede sinir hücrelerinin birbirleriyle konuşmasını sağlarken bir yandan da sayılamayacak çoklukta ileti alırlar.

    Sinir hücrelerinin en yoğun bulunduğu yer beyin yüzeyi olup bu yoğunluk, beyin sanki bir kabukla kaplanmış görüntüsü verir. Zaten bu dış kısım ‘beyin kabuğu’ (serebral korteks) adını almaktadır.

    2) Beyaz cevher “beyaz” adını, gri cevherden daha açık renkte olduğu için alır. Sinir hücreleri, birbirleriyle, hücreden çıkan ve ‘akson’ adı verilen ‘uzun teller’ aracılığıyla haberleşirler. Beyaz cevher hastalıkları sinir hücrelerinin birbirleriyle konuşmasını sağlayan “telleri kesen” hastalıklardır.

    3) Beyin Omurilik Sıvısı (BOS): Beyin hem içeride hem dışarıda BOS içinde yüzmektedir. Sağlıklı ve genç beyinlerdeki BOS miktarı gerek yüzeyde gerekse karıncıklarda az miktardadır. Beyin hasarının ya da yıkımının olup olmadığını anlamak üzere, bir yöntem olarak, uzun yıllar boyunca beynin içinde ve yüzeyindeki sıvının ölçülmesi esas alınmıştır. Karıncıklar genişleyip, beyin yüzeyindeki BOS artması, beyindeki dokuların azaldığı ve bazı şeylerin yolunda gitmediği anlamına gelmekteydi. Çünkü doku kaybı arttıkça yerini dolduran sıvının miktarı da artmaktaydı.

    Beynin yüzeyi, ulaşılan olgunluğu, insan zihninin “en gelişmiş” olduğunu yansıtacak biçimde kıvrımlıdır. Başka canlılarla kıyasladığımızda insandaki kıvrımlaşma çok daha yoğundur. Örneğin tavşanların beyni neredeyse dümdüzdür.

    Beynimizin kırışmışlığı, kıvrımlı hali, mühendislik tekniği açısından doğanın getirdiği bir çözümdür: Alman sinirbilimcisi Karl Zilles ‘kıvrımlaşma ölçüsü’ (gyrification index; GI) adını verdiği bir yöntemle bunu ölçmüştür.

    GI ölçümü, insan beyninin gelişiminin çok yavaş seyrettiğine işaret etmektedir. Doğumla birlikte başlayarak çocukluk ve ergenlik boyunca bu gelişim sürer ve yirmili yaşların başlarında tamamlanır. Cenin altı aylıkken insan beyni düzdür. İnsan beyni olgunlaşırken GI değişimini sürdürür, yirmili yaşlarda normal erişkin düzeyine ulaşır.

    (devam edecek)

    <$Blo0ents:

    <$BloYorum Gönder