• Cumartesi Yazıları
  • Düşler ve Erdemler

    Kılavuzu Don Quijote olanın burnu Cyrano gibi olur.

    Google
     
    Web Düşler ve Erdemler'de
    <$BloPazartesi, Haziran 06, 2005

    <$Blo


    "Dünyada söylenmedik, yazılmadık söz kalmadı" derler. Büyük olasılıkla doğrudur. Ardından da ilave edilir; "önemli olan söyleyişin biçimi"... Bana kalırsa artık söz söyleyecek mecalimiz de kalmadı. Yakın bir gelecekte belki gerçek anlamıyla sözlere de ihtiyacımız kalmayacak. İhtiyaçlarımızı internetten doldurduğumuz formlar sayesinde evimize hiç tanımadığımız adamlar getirecek, onlarla hiç konuşmayacağız, elimizdeki kredi kartını uzatacağız ve gerçek anlamıyla söz kullanmadan ürünleri bırakıp gidecekler. Çalıştığımız ofisteki insanlarla bile "instant messaging" programlarıyla haberleşeceğiz, ev halkına akşam gecikeceğimizi SMS yoluyla ileteceğiz. Şimdi zaman zaman bunları yapıyoruz, yakın bir gelecekte bütünüyle böyle olacak. "Konuşmak", "yazmak" kısacası "iletişim kurmak" değişecek. Değişiyor.

    Distopik bir dünya. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Genel klasmanı; caf caflı ve üniversitelerdeki akademisyenlere çok sayıda akademik kariyer vadeden adıyla : Postmodern.
    İçe dönüşler, bunalımlar, buhranlar, arayışlar, Dostoyevski, romantizm, aşk, fedakarlık, olgunlaştıran acı çekmeler... Genel klasmanı; modası geçmiş ve sıkıcı: Klasik.

    Bırakın postmoderni biz henüz moderniteyi kavrayamamıştık... Aslına bakarsanız Moderniteyi “bihakkın” kavrayabileceğimize inanmak da oldukça güç... Nedeni çok basit: "Modern"i yaratan Sanayi Devrimini “biz” yaşamadık. Biz postmoderni de anlayamayız, nedeni çok basit: "Modern"imiz hiç olmadı. Biz, hem sanayi devrimlerinin, hem modernitenin hem de postmodernitenin sonuçları ile muhatap olmaya mahkum edilmiş kafası karışık "öteki dünyalı"larız. Sanayi devrimini ve sonrasındakileri yaşayan o "birinci dünya" nın insanları değiliz. Zannetmeyin ki TV'de Dharma & Greg'i izlediğimiz için "onlar" gibiyiz. Zannetmeyin ki Seinfeld'deki esprilere gülüyor olmamız, Avanak Ajan Austin Powers'ın "mojo"suna hayran oluşumuz bizi Postmodern dünyanın insanı yapar. Biz sadece "sonuçlar"la yüzleşmek zorundayız. Ozonu da biz delmedik. Küresel ısınmadan "yurdum insanı" sorumlu değil. Aynı bu ikisi gibi "aşk"ı da biz yok etmedik. Bunu o, 1.dünyadaki "abiler" yaptılar. "Yârin zülüflerine bakıp, ağlayacak" insanlara gülünüyor, alay ediliyor bu dünyada. Seks yapmanın adı "aşk yapmak". Burası postmodern dünya, burada herşey mümkün. Özgürlüğü yeniden tanımladıkça devir değiştiriyoruz.

    Mini etekli kızı MMS'li telefonuyla takip eden HelloMoto reklamındaki ortadoğulu görünümündeki adamız biz. 1.Dünya'ya ait olmak o reklamdaki adamın peşinden koştuğu şey gibi, reklamın adı: “She moto him”

    Mutlak tanımları olmayan kavramlara yeni yeni atanan geçici tanımlar bizi bir çağdan alıp diğer çağa taşıyor. Klasikten çıkıp moderne giriveriyoruz. Modern’in modesı geçince hoop, postmodern oluvermişiz. Çok daha “özgür” bir şekilde... Sermayenin çalışan kesim üzerindeki “özgürlük” kısıtlayıcı gücünün yeniden tanımlandığı, toplum içindeki kadın ve erkek tanımlarından tutun da bütün sosyal ve bilimsel kavramların gözden geçirildiği ya da yeniden tanımlandığı bir çağ olmuştu modern çağ... Ama bakın: bir modern çağ modası; birşeyin modasının çabuk geçmesi yüzünden, “modern”in de modası çok çabuk geçti.

    Dünyada olup biten değişimlerin sadece sonuçları ile yüzleşmek zorunda kalan kurbanlar olmak, can sıkıcı... Oysa değişimleri değiştirmek, tüketim çılgınlığına karşı direnecek moral gücü kitlelere kazandırmak, bilimi ve teknolojiyi bir de “bu taraftan” yorumlamak, belki tanımlamak... Kısacası söyleyecek sözleri olmak... Kaçımız Şeyh Galib’i biliyoruz Shakespeare yerine? Hüsn-ü aşktan mı yoksa Sonnet’lerden dizeler mi daha popüler çevremizde? Fuzuli aramızda yaşıyor mu? Yoksa Walt Whitman’dan daha çok Fuzuli’yi mi okuyor muyuz? Hangisi? 1001 gece masalları bile fransızca tercümesinden türkçeye kazandırıldı yakın bir geçmişte... 20.yy.’da insanlığın uğraştığı bütün buhranlar, bütün sosyal ve politik akımlar sanayi devrimi ve sonrasındaki “batı”lı sorunsalların sonuçları değil midir? Batı’da kitlesel değişimler yaşanırken Anadolu’da tarlasını süren köylü ya da Japonya’da ağlarını denizlerde dolaştıran bir balıkçı ve belki Güney Afrika’da bir elmas madeninde zorla çalıştırılan bir “köle” hep bu değişimlerin “kurbanı” olmadı mı? Kendi bakış açılarını söyleyemeyen bu insanlar düşünmekten bile alıkonulmadılar mı? Batılı paradigmanın bu gücü nereden geliyor? Bu bir entelektüel güç mü yoksa paranın gücü mü?

    Özgün fikirler gerekiyor beyler... Basit bir milliyetçi söylem değil bu inanın bana. "Ozonu vallahi ben delmedim" demek tek boyutlu bir milliyetçilik değildir. Düşünmeyen toplumlar düşünmek yerine yakalanan kavram kırıntılarını şablonlardaki tanımlamalara iliştirir ve sizi her an “birşeyci” ilan edebilirler. “Kendi coğrafyamızın insanı gibi olalım, tarihimizi ve kendi kültürümüzü okuyalım” : faşist. Milliyetçi. Hatta belki dinci. “tüketim çılgınlığına bir son verelim, küresel ekonomik politikalara direnelim”: sosyalist. Solcu, din düşmanı, militan. Kırmızı giy solcu ol, yeşil giy dinci ol. Hiçbirşeye kafanı takma, o zaman kesin burjuvasındır. Düşünmek; kendi fikirlerinle düşünmek yerine klişelerle, şablonlarla, sloganlarla “birşeyci” ol, “birşeycileri” sapta ve sonrasında çözüm üretmek için çabala. Çözümleri üretirken de referansların sanayi devrimi dönemlerinin feylesofları olsun.

    Ülkemizde yapılan şey budur ve bu şekilde çözüm üretilemez.

    Küresel ya da lokal sorunlara çözümler bulabilmek için özgün fikirler gerekiyor. Klasik-modern-postmodern çizgisi üzerindeki söz hakkımızı, “özgün” sözlerle kullanmalıyız. Özgüven ve bilgili olmak gerekiyor... Önce "Bir şeyci" değil akıllı ve bilgili olalım. İhtiyacımız olan şey bu. Dünya görüşümüzü TV’deki açık oturumlardan ya da heyecan verici arkadaş sohbetlerinden edinmeyelim. Çok okuyalım. Özellikle de “bize ait” olan şeyleri öğrenelim. Yoksa “she moto us”.

    <$Blo0ents:

    <$BloYorum Gönder